İçimizdeki Bekir’in Uğur’suzluğu

Her insanın içinde,   bir Bekir’in yaşadığı  dönem olmuştur.” Zeki Demirkubuz imzalı, “Kader” filminin internetteki yorumlarına göz atarken, gözümden atamayacağımı farkettiğim bir cümle. Fark eder etmez, üzerinde mürekkepten buharlar tüten,   gümüş  kazanımın içine attım bu cümleyi. Her birisi “Kader” le ilgili olan   yüzlerce düşüncemi, daha evvelden serpiştirmiştim bu kazana.  Harlandı, haşlandı. Sıra süzülmeye gelince; baktım ki, kevgirin en üstünde, harfleri yıpranmadan kalan  cümle,  bir tek bu cümleydi.  On iki puntoluk. Dokuz köyden kendini kovdurtanın ismini taşımaktan hiç usanmamış. B’si  mağrur, ama  UĞUR’suz.

            Kader’in  konusunu zaten bir önceki filmden biliyorduk. Zagor’un  hapishaneleri değiştikçe,  Uğur’un çalışacağı iptidai mekanların değişeceğini; peşısıra  Uğur’lu yollara dörtlülerini yakan Bekir’in her seferinde ailesini  terk edeceğini.  Zeki Bey’in filmlerinin olmazsa olmazı,  ‘kapanmayan kapılar’ın; Uğur tarafından her seferinde Bekir’in suratına  çarpılacağını. Bekir’in işi batıracağını, babasının kahrından öleceğini. Senaryoda bilmediğimiz bir ayrıntı varsa, Uğur’un ailesi ile ilgiliydi. Annesinin erkek arkadaşı olarak filmde kısa ama keskin bir yer edinen Cevat( Engin Akyürek)’ın,  Zagor tarafından öldürülmesiyle;  başlamış olan filmin akışı bir anda hızlanıyor.  İzmir, Sinop, Konya,…… derken,  en sonunda   Kars’taki bir gecekonduda perdenin kapandığını görüyoruz. Bekir’in son sözleriyle: “ ….bu kapı ahiret kapısı. Burası sırat köprüsü. Sonra oğlum dedim kendi kendime. Yol yok çekeceksin. Eğ başını, usul usul yürü şimdi….” 

         Kevgirin üstünde kalana yeniden döndüğümüzde,  Bekir’in içimizde ne zaman yaşadığını hemen tasavvur edebilmemiz güç. Çünkü karakterimiz alkolik, eşinin üstüne gül koklama iştihasında, çocukları elinin tersinde. Üstelik ‘gül’ diye gördüğü de,  arlı namuslu bir kadın değil. Dahası o ‘gül’,  ne kendine ne de Bekir’e gün gösterdi.  Bu senaryonun neresinden Bekir’i alıp da içimize koyduk diye sorduğunuzu duyar gibiyim. “Biz miyiz, benzin bidonunu başından aşağı döken müflis tüccar?  Olanca serveti; at yarışlarında, pavyon köşelerinde yok olup giden ahmak. Ya da  iki milyon yahudi kellesinin az berisinde ”Kavgam’ türküsü çığıran alçak!”  Bu kadarı imkansız diyorsunuz değil mi? Aslında haklısınız. Vicdanınızdaki ortak tepkiye, ilkin benimki de iştirak etmişti. Ta ki az önce bahsettiğim son sahneye kadar. Dikkat edin: Uğruna ömrünü adadığı Uğur’un, kendisine uğursuzluktan başka bir şey getirip getirmeyeceği ile Bekir ilgilenmiyor. Yani,  son derece mütevekkil;  seccadesini sermiş, “kıblem Uğur” diyor. Size de bir yerlerden tanıdık gelmedi mi bu anlattıklarım? Neyse boşverin siyasete girmeyelim şimdi? Alimallah, girecek olursak; ‘Kefenimizle geldik!’  jeneriğinin kafamızda yedi kere tavaf ettiğini ve film söyleşimizin alt üst olduğunu görürüz. Onun için,  çok uzaklara gitmeden; minimize Bekirler’den örnekler sunalım kendimize.  Mesela biz kadınlar, para kazanma uğruna; bebeklerimize  hazır mamalı, bakıcılı  hayatın albeni(!)sini yaşattığımız yıllara  yolculuk yapalım. Beylerse, dijitallerden kafalarını kaldırabildiği bir gün olmuşsa eğer ,“Yaşasın Bekirsizlik(!)” diye kendini alkışlasın.Oooov aman Allahım! Daha leylekler, sit alanları , müteahhitler …. falan devam edecektim ama daha fazla başınızı şişirmek olmaz. ‘Kader’in oyununa hemen geri dönmem gerek.

  Gerçek şu ki bu filmi Masumiyet’ten önce seyretmeyi isterdim. Tek mesele, senaryonun yüzde seksenini biliyor olduğum değil. Ona bakılırsa nice okuyup bitirdiğimiz  romanlardan uyarlanan filmleri,  büyük bir arzuyla hâlâ seyredebiliyoruz. Burada kastettiğim şey,  keşke Demirkubuz bu bildiğimiz senaryoyu,  Masumiyet’teki Haluk Bilginer ağzından alıp, evirip çevirip tahminlerimizi sarsan anaforlara taşıyabilseydi. Hani vardı ya Güven Kıraç’a(Yusuf) yirmi yıllık hikayeyi anlattığı sahne. İnsan dinlerken, yirmi yılın her gününü sanki Bekir ve Uğur’la yaşamış gibi hissettiği beş dakikalık konuşma. Mesela Uğur’u ilk gördüğü ânın detaylarını o konuşmadan biliyorduk. ‘Kader’in başında motomot tekrar yaşadık. Açıkçası   bana  oldukça yavan geldi o sahne. Çünkü karakterlerin o sahneye özgü oyunculukları, yirmi yılını dinlediğim  ‘Kader’ yolculuğunun hayalimdeki sahnelerinin yanında oldukça sönük kaldı. Keşke dedim yine Haluk Bilginer’in arka planda konuşması olsaydı da bu sahnede kızla oğlanın sessizce oynayışını yine seyretseydim. Ya da bu sahne hiç çekilmeseydi. Onun yerine, yine bir televizyon gürültüsünde; kapı ziline basan Uğur’un  halıyı almaktan vazgeçtiğini annesine anlatırken; ‘satıcı oğlanın alık alık kendisine baktığını, galiba kendisine  aşık olduğunu’ kıkırdayarak anlatması daha bir doğallık olabilirdi mesela benim için. Çünkü o sahneden beklentim büyüktü. En baştan bu kırılınca çok da toparlayamadım kendimi. Daha sonra baktım, filmin sonuna doğru  Bekir  etrafındaki sarhoşlara mırıldanıyor bu ilk tanışmayı. Buna haliyle, filmden kopartan klişeleştirme denir. Başka bir misal; Haluk Bilginer’in unutamadığım ifadelerinden birisi: “ Gerekirse o…..puluk yaparım. Parayı öderim dedi bana” kısmıydı. Haluk Bilginer’in söyleyiş tipinde bu cümleler benim için on numaraydı. Daha sonra bir baktım,  cılız Vildan Atasever sesinde   tıpa tıp aynı ifadeler var ama büyüsü yok olmuş. Kötü oyunculuk falan yok burda. Sadece Vildan Atasever’i özgün kılacak ifadeler gözden kaçmış.   Özetine gelecek olursak; Masumiyet’teki özgünlük, Kader’e özgürlük fırsatı tanımamış.  Bir de,  seyirci olarak; doksanlı yıllarda kırklı yaşlarını gördüğümüz Bekir ve Uğur’un hâliyle, yetmişlerdeki Kader’ini görmeyi beklerdim. Dönemin , kıyafeti, siyaseti, melaneti vs. .. renklilik getirirdi diyeceğim ama… Yok bu kısımda durmalıyım.

            Her yönetmenin bir yoğurt yiyişi, bir de “Kestiiiik!” deyişi  var. Demirkubuz’un da öyle.  Janjanlı, Nişantaşı gösterişli, Yeşilçam öpücüklü, Hollwood çakması, Bollywood kakması,  sahnelere rastlanmıyor filmlerinde. Kaderde de aynı şekilde. Masumiyetten miras; kirli otel odaları,  eski püskü eşyanın doldurduğu evler, seyircinin anlık  sıçrama sebebi   ‘sağlam’ küfürlerle hemhalsin. Olabildiğine sade  dekore edilmiş bir ev düşlüyorsan veya karnın acıktı; içine soğan, turşu, domates konulmamış   ama doyurucu bir köfte ekmek yemek istiyorsan doğru adrestesin demektir. Ya, bak şimdi! Masumiyet’in kız kardeşi Kader’i  biraz  üzdüm bu akşam de mi? Haksızlık etmeyeyim. Hem hiç  kardeş, kardeşe benzemez mi?

TUBA SİNA